“Biralar soğuk mu dedim
Dedi ki normal
Peki ya havalar?
Valla gayet normal
İşler dedim gidişler dedim?
Hepsi normal
Peki ya sen, ben? Normal
Peki biz, ikimiz? Normal
Halimiz dedim?
Ne dese beğenirsiniz, normal!
Uf biri anlatsın hemen nedir bu normal
Canım sıkıldı yoksa ben miyim anormal”
Çok severim bülent ortaçgilin bu eşsiz şarkısını.
Hayatımızda kendimizi çok çaresiz ve yalnız hissettiğimiz ya da suçlu psikolojisinin ağır bastığı, günahkarlığımızın önünde ezildiğimiz zamanlar kendimizi hep bu “normal” dağılımının dışında hissederiz. Çünkü normal insanların bizim yaşadıklarımızı yaşamadıklarını düşünürüz. İnsanın başına gelebilecek en kötü şeyin bu olduğunu ve bizden başka kimsenin bunun gibi şeyler yaşamadığı fikri diğer tüm avutan cümlelerin üzerini kara bir bulut gibi kaplar.
Bundan sonra vereceğim bütün örnekler toplumca normları belirlenmiş sınırların dışında olan ve kabul görmeyen durumlar olsa da çok da az rastlanmayan ve aslında ömrümüzün bir periyodunda benliğimizde saklı kalan ve sadece bize ait olduğunu düşündüğümüz sırlar. Aslında çok genel geçer ve toplumun ortak sırları bunlar. Bizi rahatsız eden sırları sadece kendimize mal ediyoruz. Yanlış anlaşılmasın, bu asla toplumsal normları esnetme ve normalleştirme çabası değildir. Düşünce ve davranışlar normal ve anormal diye tasnif edilse de toplum içerisindeki normal diye tariflenen davranışların dağılımının normal dağılıma uymadığını düşünüyorum ve gözlemliyorum.
Eşinizin sizi aldattığını fark ettiğinizi varsayalım. Öncelikle derin bir nefret ve öfke patlaması yaşarsınız. Cinnete bağlı yaşanan adli olaylar genelde bu safhada gerçekleşir. Bu safha atlatılabilirse ortamdan uzaklaşma, kendi kabuğuna çekilme ve depresyon safhası başlar. Bu aşamada kendinize bu durumu kabullendirmeye gayret eder ve genelde başarılı olamazsınız. Son safhada da yeni bir hayat kurma gayreti başlar ve ardından ayrılık gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin olayla ilgili hatalarımızı ve bu duruma sebep olan davranış tarzlarımızı sorgulamaya ve fark etmeye başlarsınız. Eğer kendinizi bu durumda bağışlayabilirseniz daha güçlü ve sağlıklı bir şekilde hayatınıza devam edebilirsiniz. Eğer bunu anlatabilme olgunluğuna bir gün kavuşursanız aslında çoğu çiftin hayatının bir periyodunda bunlara benzer durumları yaşadığını ve bununla ilgili bastırma politikaları oluşturduğunu göreceksiniz. Etrafınızda gördüğünüz ve çok da mutlu tablo çizen çiftlerin de hayatlarının bir periyodu şu an içinde bulunduğunuz krizleri çözmekle geçti ve şu an karşınızda güler yüzlü bir tavırla aşk dolu bir yuva görünümü çizebiliyorlar. Ve zannetmeyin ki bu durumda rol yapıyorlar. Bu krizi atlatmışlar ve birbirlerini ve belki de daha önemlisi kendilerini bağışlama olgunluğu gösterebilmişler. Çocuğumun öğretmeni falanca hanımda mı eşini aldatmış, evet canım kardeşim o da aldatmış. Akşam beraber çay içtiğiniz o çok mutlu çift arkadaşlarınız da dahil ve düşünmesi bile çok garip gelebilir ancak aileleriniz bile buna benzer krizleri yaşadılar ve çözdüler ki mutlu bir aile ortamında büyüdünüz ya da çözemedikleri krizlerin gölgesinde, şanslıysanız parçalanmış ailelerde, şanssızsanız sürekli gerilim olan mutsuz ailelerde büyüdünüz. Demem o ki yalnız değilsiniz.
Amerikada yayınlanan, Journal of Marital and Family Therapy dergisinde 2012 yılında yürütülmüş bir araştırmanın sonuçlarına göre: Eşini en az bir defa aldatan evli erkeklerin oranı %22, kadınlarınsa %14 olarak tespit edilmiş. Flört dahil olmak üzere ilişkilerde aldatma oranları ise erkeklerde %57, kadınlarda ise %54. Fiziksel veya duygusal aldatmanın oranı ise her iki cinsiyet dahil %41 olarak tespit edilmiş. Yani bu çalışmaya göre çevrenizdeki neredeyse her iki kişiden biri toplumun normlarının aksi bir davranış sergiliyor. Türkiye’de TNS PİAR şirketinin 2908 kişi üzerinde yaptığı cinsellik araştırmasında erkeklerin yüzde 30’unun, yani üçte bire yakınının, kadınların da yüzde 45’inin, yani yarıya yakınının aldatıldığını düşündüğü sonucuna varıldı. Bu düşünce durup dururken var olmadı, ateş olmayan yerden duman çıkmadı. Tabi birde duman çıkmadan içten içe harlanan ateşleri de kattığımızı düşünürsek yurt dışı ve yurt içi arasında aslında çok da bir fark yok. Aldatmak ve aldatılmak normal bir durum demiyorum canım kardeşim, sadece bu normal olmayan durumun dağılımı normal dağılıma uymuyor ve bu normal olmayan durumları bir çok normal olan insan yaşıyor.
Ergen ve ergen irisi olduğunuz üniversite yıllarında yaşadığınız sırlarınızı da biraz gözden geçirelim isterseniz. Bir inanışa göre erkekler cinsel yaklaşımlar konusunda daha avantajlı olduğu iddia edilir. Üniversiteye giren kız erkek oranı ile ilgili istatistiğe bakacak olursak 2014 verilerine göre 16-20 yaş grubunda öğrenim gören 1 milyon 450 bin 208 öğrenciden 760 bin 300’ünü kız, 689 bin 908’ini ise erkek öğrenci oluşturdu. Sonuçta cinsellik çift taraflı bir olgu. Her hafta başka bir kızla toplumun normlarının üzerinde maceralar yaşayan erkek eğer sabit ise ve öğrenim gören kız erkek oranı kız lehine asimetrik ise erkeklerin kızlara göre daha cürretkar bir üniversite hayatı yaşadığı ile ilgili mit çok da gerçekçi görünmüyor. Yani bu çapkın erkeklerimiz her seferinde farklı bir kız ile karşı cinsi tanıma fırsatı buluyorsa erkekleri yakından tanıma ve kendini keşfetme fırsatı bulan kızların oranı sanılanın aksine hiç de az değil. Evet canım kız kardeşim, seni üniversite hayatında kullanmadılar, sen ailenin sana öğrettiği öğretilerin dışında hareket ettiğin için kendine olan öz saygını kaybetmek zorunda değilsin. Çünkü bu çift taraflı bir ilişki ve erkekler kadar sen de bunu yaşamayı hak ettin. Bu sadece senin başına gelmedi, ergen irilerinin hepsi en az senin yaşadıkların kadar karşı cinsi tanımaya gayret etti. Yapmaz diye düşündüğün ablan da senin yaptığın gibi yaz okuluna kaldığı yalanıyla evden ayrıldı ve bir erkeğin kollarında ama romantik, ama erotik bir formatta sabahladı. Seni baskılar altında tutmaya çalışan ve biraz fazla koruyucu yaklaştığından şikayet ettiğin baban ergen irisi yıllarında yaşadıklarından dolayı seni toplumsal normlar içerisinde tutmak istiyor olabilir. Çünkü o da toplumsal normların, normal dağılıma uymadığının farkında.
Sırların sadece kendine ait olduğunu sanan ve yaşadıklarından dolayı kendini bir türlü bağışlayamayan yüzbinlerce insan kendine kestikleri müebbet cezasını çekmekte ve kendi zindanlarını inşa etmekteler. Sahip oldukları hayata layık olmadığını düşündüklerinden dolayı mutlu olmaktan korkmakta, cinsel işlev bozuklukları adı altında hak ettikleri ve layık oldukları hazlardan kendilerini uzak tutmaktalar. Kimisi de kendilerini ömürleri boyunca geçmeyen bel, baş ağrılarına ya da geçmeyen depresyonların kollarına bırakarak bilinç altlarında inşa ettikleri hapishanelerinde ömür boyu acılar çekmekteler, doktor doktor dolaşsalar da sorunun kökenini fark etmediklerinden başka başka semptomlarla ve tanılarla kendilerine ve ailelerine ızdırap dolu bir hayatı kurgulamaktadırlar.
Bağışla kendini canım kardeşim. Kendine ait sandığın tüm şahsına münhasır sırların üzülerek söylüyorum ki toplumun genel sırları ve etrafında yaşadığın herkes bunları yaşadı. Yani demem o ki sandığın kadar yalnız ve özel değilsin. Neyin normal, neyin doğru olduğu felsefi bir konu, ancak ne yaşadıysan yaşanmalıydı. Artık berat et, kendine kestiğin zindan hapsinden kurtul ve bağışla kendini. Eğer karanlık mağarana girerek seni de rahatsız ettiysem beni de bağışla. Bağışlamaya benden başla…































