BENİMLE OYNAR MISIN?

Benimle-oynar-mısınSu olsam, ateş olsam 
Göklerdeki güneş olsam 
Konuşmasam taş olsam 
Yine de oynar mısın benimle 

Susulsam kusur olsam 
Ağızdaki küfür olsam 
Doğuştan esir olsam 
Yine de oynar mısın benimle 

Sayılmasam kaç olsam 
Toprakdaki güç olsam 
Aptal gibi suç olsam 
Yine de oynar mısın benimle 

Benimle oynar mısın 
benimle oynar mısın?

Artık bu şehir ozanını ne kadar çok önemsediğimden bahsetmeme gerek yok. Ne zaman ki gördüğüm bir şey Ortaçgil sözleri ile çelişiyor, anlamlandıramadığım biçimde bende bir yazma isteği uyandırıyor. Suç olsam, kusur olsam, küfür olsam yine de oynar mısın diyor adam, yurdumdaki bazı valilikler eğer içinde suç varsa oyun olmaz diyor.

Oyun hakkında epeydir yazmak istiyordum. Geçenlerde gördüğüm bir haber sonrasında daha ön sıralara almak istedim bu konuyu. Antalya valiliği 18 yaşından küçükler için bazı oyunların internet salonunda oynanmasını yasaklamış. Daha önce bir kaç ilde daha buna benzer uygulamalar vardı ancak bu sefer ki diğerlerinden biraz daha kapsamlı.

candyOyun hayatın vazgeçilmezi. Doğduğumuz andan öldüğümüz ana kadar tarz ve şekil değiştirmekle beraber hep hayatımızın içinde yer alıyor. Önce evcilik oluyor, sonra evliliğimizin kendisi oluyor, cinselliğimiz oluyor. Oyunun doğasında merak ve başarma azmi var. Çok satan oyunlarda ana unsur etap geçmenin sana katacağı başarmış olma memnuniyeti ve bir sonraki etapta neyle karşılaşacağının sende yarattığı merak. Yoksa kendi sınırlarınızı zorladığımız kendi kendinize oynadığınız “candy crash” böylesi devasal rakamlara satılmazdı.

Tabi ki bazı oyunlar yaş gruplarına göre sakıncalı öğeler içerebilir, ancak benim itirazım şu an bulunduğumuz yaşam çağı bölümlerine denk gelen oyunların içeriklerine ve nasıl oynadığımıza bakmadan, çoktan empati yapma duygusunu yitirdiğimiz daha küçük yaşlarımız ile ilgili ahkam kesme çabamız. Olayların neden sonuç bağlantılarını görmeden “ o zaman yasaklayalım gitsin” anlayışımız. Belki de benim de çocukluğuma inmek lazım. Gereğinden fazla muhalif kalabiliyorum içinde yasak geçen haberlere. Ondört yaşımdan beri sakıncalı olduğu iddia edilen herşeyin önce yasaklanma yoluna gidildiği bir disiplinden geliyorum. sigaraSigara yasaktı, hatrı sayılır oranlarda lisemde tüketilmekteydi. Porno ile ilgili yasaklar vardı, o zaman koşulları ile rekor sayılabilecek gigabyte’larca arşivler mevcuttu. Hatta yatılı okul bölgesine yiyecek sokmak yasaktı, o çerezleri sokabilmek için çantalarımızın içine yaptırdığımız zula gözleri, sınırdan kaçakçılık yapabilecek kadar profesyoneldi. Demem o ki yasak demekle bitmiyor tam tersi insandaki merak duygusu ateşleniyor, daha cazip hale geliyor. Sizce bu oyunların yasaklanması bu oyunlara olan ilgiyi azaltır mı, daha da önemlisi satışlarını düşürür mü? Bu oyunların hepsinin üzerinde +18 ibaresi mevcut. Ama 18 yaş altı nüfusa ulaşması konusunda bir sıkıntı yok. Bu oyunların, zamanın kiralanması yöntemi ile oynanan işletmelerden kaldırılması ile istenilen amaca ulaşılabilinir mi? Evlerde oynamaya devam eden nispeten daha varlıklı, en azından kendine ait oyun konsolu olan grubun ayrıcalıklı durumu, onları şiddet ve cinsel içerikli zararlardan (?) korumaya yetecek mi?

counter strikeEsas düşünmemiz gereken içinde şiddet içeren oyunlar Türkiye’de neden en çok satan oyunlar listesinde ön sıralarda yer alıyor? Yani demek istediğim şiddete meyli olan çocuklar (öfkesi içine birikmiş, anlaşılamamış, engellenmiş, ilgiden yoksun, kendini yalnız hisseden) daha çok şiddet içerikli oyunlar oynuyor olabilir mi? Ben şahsen şiddet içerikli oyunlar oynayan çocukların şiddeti normal olarak görüp şiddet yolunu seçmekte bir sakınca görmediğine inanmıyorum. Akıtılamayan öfke ve engellenmişlik duygusu önündeki bariyerlerin içinden geçen sanal yolaklar olarak bu oyunların kullanıldığını düşünüyorum.

baba oğulHer akşam babasıyla beraber “Counter Strike” oynayan ve aralarında tatlı bir rekabet ve oyuna bağlı jargon oluşan çocuğun bu oyundaki şiddetten etkilenmesi mümkün müdür? Demem o ki canım kardeşim, bilgisayar oyunları çocuklarınız için zararlı değil, o oyunları oynarken ekran ile ruhları arasına sıkışmış yalnızlıkları ve bu yalnızlıkla başa çıkmak için başvurdukları sanal kalabalık yaratma hisleri asıl üzerinde tartışmamız gereken kısmı oluşturuyor. İster 5 yaşında tablete bağımlı (?) olsun, ister 15 yaşında oyun konsollarına mahkum olsun, eğer ki olayın içerisinde geçirilen zamanın içinde size de ait paylaşılmışlık varsa zarardan çok yararı olduğunu söylemek zor değil.

erotic gamesGelelim, şiddet gerekçesi ile değil de, cinsel içerik nedeniyle 18 yaş altına yasak olan oyunlara… Burada her ne olursa olsun cinsel içerikli diye kısıtlanan hiçbir materyalin sınırı 18 olmamalı diye düşünüyorum. Merak edilen cinsel içerikli soru veya konu 18’li yaşların sonrasına bırakılmamalı. Cahilliğime verin, bir bilgisayar oyununun içerisindeki nasıl bir cinsel içerik 17 yaş için sakıncalı olabilir. Mutlaka vardır ancak ben adı geçen oyunlar ile ilgili az çok bilgim olmakla birlikte cinsel gelişime ters düşeceğine denk geldiğim bir sahne ile karşılaşmadım. Önemli olan sizin aracılığınız ile ya da sizin yönlendirmeniz ile doğru ile yanlışın muhakeme yeteneğinin kazandırılması. Yani suç olsun, kusur olsun, hatta içinde biraz da küfür olsun çocuğunuzun “benimle oynar mısın?” çığlığına kulak verin. Kendinizi geliştirin. Oğlumun anneannesi ile PES (meşhur bir futbol oyunu) oynarken anneannesinin “-ama bu resmen ofsayt” diye itiraz etmesindeki tatlılığı ve çabayı gördüğüm için hepinizin bilgisayar oyunları konusunda gelişebileceğinize olan inancım sonsuz. Yasaktan ziyade onun hayatında oyunun dışında kalmadığınız sürece ona zarar verecek hiçbir içerik olamaz, rahat olun.

+18Laf aramızda son zamanlarda sitemin istatistiklerine baktım da bir düşüklük söz konusu. Acaba ben de 18 yaş altı için yasaklasam mı sitemi ne dersiniz? Belki istatistiklere bir katkısı olur 😉 Oyunla kalın…

Ada’yı sevmek…

cittaslow gökçeadaHayat kavşaklarından birini yaşıyorum bugünlerde.. Benden son zamanlarda haber alamayanlar için hatırlatma yapayım, asgari iki yıl süreyle Gökçeada’da yaşayacağım. Yaşam alanı konusunda bukalemun ruhlu olduğum söylenebilir. Geçmişim de Hakkari gibi mahkum ve mahrum coğrafyalar da var, İstanbul, Ankara (?) gibi metropoller de… Çaba sarf ederseniz eğer sevmeye değer çok şey bulur ya da bulamadıklarınızı da yaratma fırsatınınız oluyor küçük coğrafyalarda. Ada hayatına başladığımdan beri defalarca kez “ada da hayat nasıl?” sorusuna maruz kalıyorum. Bu soruya cevap ararken kullandığım argumanlarda ortak noktalar dikkatimi çekti. Bunları sizlerle paylaşmak istiyorum.

gokceada_6971Bir ada’yı sevmek… Bir aday’ı sevmek.. İkisi de çok benzer geldi bana. Hayatınızın bir kısmına şahitlik edecek, seçerek ya da seçmeye zorlanarak vakit geçireceğiniz bir yer ile hayatınızda bundan böyle var olmaya karar vermiş, hayatınızın devamına şahit olmaya aday birini sevmek bir çok yönden birbirine benziyor.

Hayatımın hatırı sayılır bir kısmını metropollerde geçti. Metropollerde yaşamayı bekarlığa benzetiyorum. Keşmekeş, düzensiz… Hayat daha bir süratli akıyor o zamanlarda. Ve bir şekilde yakalamaya çalışıyorsunuz. Çoğu zaman yorgun, eğlenceli ama kendini dinlemeden, hayatı dinlemeden geçip gidiyor. istiklal caddesiÖzgürsünüz, ya da oldukça özgür olduğunuzu zannediyorsunuz. Daha çok yoruluyorsunuz, ama hep bir şeyler eksik kalıyor. İstediğiniz her şeye ulaşma şansınız olduğunu biliyorsunuz ama ulaşması çok basit şeylere dahi ulaşmaya üşenir hale geliyorsunuz. Çünkü ihtiyaçlarınız ulaşılabilir ama ulaşması zahmetli ve yorucu.

Sonra hayatınızda bir şeyler değişiyor, isteyerek ya da zorunluluktan kendinizi metropolün dışında, bir adada buluveriyorsunuz. Ya da diyelim ki evleniyorsunuz;)

Önce güzel olan yerler büyüyor gözünüzde, küçük şirin kafeler, yaşayacağınız yerde bir sahil olmasının verdiği mutluluk… Hepsi oldukça keyifli geliyor. Sonrasında gün doğumu, gün batımı manzaralarına büyüleniyorsunuz. Büyük metropollerin keşmekeşliğinden sonra adanın sakin huzurlu hayatı kulağınıza çok hoş geliyor. Sizin için bir balayı kadar masum ve inanılmazdı yaz tatillerinde geçirdiğiniz huzur dolu bir kaç ada günü.. avlu meyhaneO günlerin ışığında bir süre sorun yaşamadan, kardeş kardeş, mutlu mesut yaşıyorsunuz. Fakat zamanla olayın büyüsü kaçıyor. Adalıların kullandığı “ada psikolojisi” diye bir tabir var. Kısıtlanmışlığı her bir hücrenizde hissettiğiniz, bir kapana kısılmışlık, mahkumiyet ve mahrumiyet hissi… O ada psikolojisi tüm benliğinizi sarıyor. O başlarda hayran olduğunuz dinginlik üzerinize üzerinize gelmeye başlıyor. O çok sevdiğiniz kafeler bir bir kapanıyor. Kış geliyor. Başlarda keyif aldığınız denizin kenarında olmayı artık önemsemediğinizi hatta denize olan mesafenizi farketmediğinizi farkediyorsunuz… Rüzgar ve yağmur kemiklerinize işliyor. O yetişememeye alıştığınız zaman artık bir türlü geçmez oluyor. Rutinlerin arasında kayboluyorsunuz. Çürüdüğünüzü hissediyorsunuz. Sadece adada yaşamaktan bahsediyorum şu an. Evliliğin ilerleyen yıllarından bahsetmiyorum yanlış anlaşılmasın;) Lodoslu günler geliyor. Anakara ile aranızdaki tek bağlantı olan feribot seferleri aksamaya başlıyor. gökçeada feribotMecburiyetin üzerine bir de mahkumiyet ekleniyor. Her şeyden birer tane olan, sattığı ürünün ismiyle (naykçı, paşabahçeci) anılan dükkanlara mahkumsun. Yaşam enerjinin yavaş yavaş üzerinden çekildiğine şahit oluyorsun. Aynı rutin işler, aynı yüzler, aynı tatlar ve dolaşırken size volta tadı veren aynı sokaklar…

Ve bir karar verme zamanı geliyor. Ya size adayı sevdiren o balayı sürecindeki tüm olumlu kısmı azar dozlar halinde hayatınıza entegre etmeye başlayacaksınız ve yaşadığınız her ada zamanından keyif almak için bahaneler yaratmayı alışkanlık haline getireceksiniz ya da depresyonun kucağına atacaksınız kendinizi ve şafak sayan asker rolüne bürünüp, ada dışındaki her anıyı özleyip o anlara kavuşacağınız günü iple çekeceksiniz.

Ben ilkini seçtim canım kardeşim. Her iki durum içinde ilk yoldaki kuralları yaşam felsefem yaptım. Evliliğimi cennete çeviren ve her günümü ilk günkü heyecan ve balayı gizemi ile yaşama gayretimi, bu küçük coğrafyada cennetimi kurmak için aynı şevkle harcıyorum. Bundan 13 yıl önce seçtiğim aday’ı, aynı aşk ve telaşla her gün tekrardan sevmek ve her seferinde yeniden keşfetmek bana nasıl haz ve keyif veriyorsa, benim seçimim olmadan geldiğim bu ada’yı sevmek ve barışık kalmak için her gün daha güzel bir yanını keşfetmek ve rutinlerin dışında bir hayat yaşamak aynı ölçüde beni mutlu ediyor ve edecek. ailecekEğer hala “adada hayat nasıl?” diye sorarsanız; nadiren acı, genelde tatlı… Kendimi ona teslim ettiğim zamanlarda huzurlu… O sakin duruşunun yanında bilinmezlikleri ile oldukça heyecanlı… Her seferinde daha güzel bir yanını keşfetmeye müsait. Hep bir açık kapı bırakıyor, teslim olmuyor, tükenmiyor, bitmiyor. Bu gizemli duruşu ona olan tutkumu her gün körüklüyor… Ve bu durum evliliğimden olsa gerek oldukça tanıdık geliyor.

Öfkeliyim, öfkelisin, öfkeli…

masa cansever“Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu

Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.” Edip Cansever

Çok severim bu şiiri. Geçenlerde bir dost sohbetinde öfke ile ilgili bir metafor kullandığım sırada geldi bu şiir aklıma. Ya adam o masaya öfkesini koysaydı. Masa iki sallanıp durur muydu? Öfkemiz bu denli büyükken ve bu denli ağırken hayatımızda, masa taşıyabilir miydi? Peki masanın taşıyamama ihtimalini düşünürken, o öfkemizi hayatımızda kimler taşıyor en çok? Kimler bana mısın demedi bu kadar yüke, bir iki sallanıp durdu?

Öfke aslında ikincil bir duygudur. Çok güzel bir zırhtır, örtmek istediğimizin üzerini örttüğümüz pasta ciladır. Bizi güçlü kılandır, ve gözyaşlarımız akmaya başladığında ilk yıkılandır. Çok çocuksudur, hele bir çocuğa aitse hoşumuza gidip sürekli kaşıdığımız tekrar eden bizim çocuksuluğumuzdur.

Söylemek istediklerim var ama söylersem kırılırsın demek yerine öfkeyle  kalkıp zararla oturmayı tercih ederiz çoğu zaman. Arkasına saklanarak inşa ettiğimiz bir uzaklık kurarız sevdiklerimizle.  Kendimizi engelleriz. Duygularımızı engelleriz. Haklılığımızı engelleriz. Engellenmektir. Evet en çok engellenmektir. “Sen olmasaydın ben daha mutlu olurdum”dur bazen, bazen de çok istediğini elde edememenin yarattığı çökkünlüktür.ofke

Hak etmediğiniz şekilde size davranıldığında çok öfkelenirsiniz. Ben onca şey yaparken bir baba olarak, bir anne olarak, bir eş olarak, bir çocuk olarak bana bunu nasıl yapar düşüncesi ateşler öfkeyi. Haksızlığa uğramak ama gidip muhatabına bunu aktaramamak, hakkının yenmesine ağlayamamak ve olup biteni anlayamamaktır. Arkasına saklanmış bir çaresizlik vardır öfkenin ama “çok çaresizim artık gör be” diyememektir. “Beni adam yerine koymuyorsun, yok sayıyorsun”ken söylemek istenen, duvara fırlatılan başka bir nesne oluverir birden.

Şimdi isterseniz biraz olayı karıştıralım. Nasıl ki başka duyguları maskelemek için kullanıyorsak ve asıl duygumuz değilse öfke, öfkeye maruz bırakılan da çoğu zaman öfkenin muhatabı değildir. Genelde nazının geçtiği ve dişinin kestiği canın, kardeşin, çocuğun maruz kalır tüm bu öfke ile sıvanmış sevgisiz zamanlara. Hatta öyle bir inandırırsın ki kendini hiç düşünmezsin “iyi de beni bu kadar öfkelendirecek kadar ne yaptı?” diye. öfke1Öfkelenme sebepleri sıradandır, sakin kafa ile düşündüğünde pişman olursun, kızarsın kendine ve çoğu zaman da gurur yapıp gidip özür dilerim diyemezsin asimetrik bir tepki ile kırdığın sevdiklerine. O davranışa o tepki verilmez haklısın canım kardeşim ama ne yazık ki verdiğin o tepki çok değil. Çünkü aslında o öfkeyi yaratanlara karşı hissettiklerinin yanında nazın geçenlere gösterdiğin tepki az bile.

Şimdi gelelim sadede. Çocuğuna öfkelendiğinde bir dur ve düşün. Öfkeni bir dışarı çıkar ve koy masanın üstüne. Bu öfkenin sahibi kim? öfke 2Çocuk mu yoksa bir şey diyemediğin, dersen durumun çok daha kötüye gideceğinden çekindiğin eşin mi? Eşine öfkelendiğinde dur ve öfkeni çıkar ve koy masanın üstüne. O öfke eşine mi ait yoksa saygından bir şey diyemediğin ebeveynlerine mi? Bir süre sonra fark edeceksin ki aslında öfkelendiğin zamanların hemen hepsinde öfke, öfkeye maruz bıraktıklarına ait değil. Sadece sana o kadar ağır geldi ki nazının geçtiği, dişinin kestiği birine emaneten verdiğin bir çaresiz yanın aslında öfke sandığın. Derin bir nefes al ve al öfkeni sevdiklerinin üzerinden,  koy masanın üstüne. Edip abi’nin dediği gibi masa bana mısın demez bir iki sallanır durur, en fazla yıkılır. Bırak masa yıkılsın sevdiklerinin yerine.

Denge

dengeBirbirinden farklı ailelerde büyüyen iki insan, partner olmanın temellerini atarken geçmişinden getirdikleri özellikleri ile bir denge kurmaya çalışır. Çiftler fiziki, maddi, kültürel, sosyal  durumlarındaki asimetrileri, başka özelliklerindeki avantajları ile dengeleme gayreti içerisinde olurlar. Zengin-fakir ,zayıf-şişman, aralarında yaş farkı olan vs.. Ne işi var bu kızın bu adamın yanında diye düşündüğünüz bir çok partnere denk gelmişsinizdir. Bu iki insan arasında denklik oluşmayan özellikleri başka özelliklerindeki ters asimetri ile dengelenir. Şişmandır ama zengindir, Yaş farkı vardır ama karizmatiktir.asimetrik vücut

Tüm bunlardan daha zor olanı erkek-kadın arasındaki önem ve algı farklılıklarından oluşan asimetrileri dengelemektir. Sayın Cem Keçe’nin eğitimde bahsettiği çok sevdiğim bir benzetmeyi sizinle paylaşayım. “Erkek kurttur, kadın onu köpekleştirmeye çalışır. Erkek için başarı; kurt köpeği olarak kalabilmektir.” Burada bahsi geçen sosyalleşme-bireyselleşme dengesidir. Erkek kendini kurt olarak hissettiği, özgür olduğunu iddia ettiği anlarda mutludur. Kadın ise yaptığı faaliyetlerde çift olarak anıldığında daha çok keyif alır.

Çift terapilerinde bireyselleşme diye bahsettiğimiz partnerimiz olmadan yapmaktan keyif aldığımız faaliyetlerdir. Kendimize vakit ayırdığımızı hissettiğimiz, hobiler, dost sohbetleri, halı saha maçları, altın günleri, kız kıza, erkek erkeğe tüm toplantılarımızı bu grup içerisinde alabiliriz. halı sahaBu faaliyet kimi zaman bir golf turnuvasıdır, kimi zaman da kahvehanede ki eşli batak partisidir. (Buradaki eş, genelde hemcinsimiz olan oyun arkadaşımız tabi ki…) Yani maddiyattan ve kültürel etmenlerden bağımsız herkesin kendine göre bir bireyselliği vardır.

Sosyalleşme dediğimizde ise partnerimizle yapmayı arzuladığımız, başka çiftlerle vakit geçirdiğimiz anları kastediyoruz. Başka bir deyişle Ahmet’ler, Ayşe’ler diye anıldığınız, bowling oynamaya giderken falancalara da haber verelim mi, hafta sonu pikniğe gitsek filancalar da gelir mi cümlelerini kurduğunuz her durum sosyalleşme faaliyetidir. Her çiftin sosyalliği de kendine özgüdür. Bazı çiftler ev dışında  konserlerde, sinemada, tiyatroda vakit geçirmeyi tercih ederken, bazı çiftler ise evlerde bir araya gelinen akşam oturmalarını sosyalleşme faaliyeti olarak tercih edebilir.  çiftler

Erkek için bireyselleşme olmazsa olmazdır. Sosyalleşme olursa iyi olur, olmasa da çok bir şey kaybetmez. Kadınlarda bu durum tam tersidir. Sosyalleşme olmazsa olmaz, bireyselleşme olmasa da olur diye düşünürler. Geçmişinizde partnerinizle yaşadığınız krizlerin kendi aileleriniz ile ilgili olanları dışarıda tuttuğunuzda geri kalan krizlerinizin çoğunun bu sosyalleşme-bireyselleşme dengesinin kurulamamasından kaynaklandığını göreceksiniz. Bireyselleşmeye karşı direnen erkekle buna izin vermeyen kadın arasında ya da sosyalleşmeye zorlayan kadın ile buna direnen erkek arasındaki krizler biraz düşündüğünüzde size de çok tanıdık gelecektir. Mutlu bir ilişkinin olmazsa olmazı bu dengenin tahsis edilmesine bağlıdır. Dengeden bahsedebilmek için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye gayret etmelidir. Eğer halı saha maçınızın sorun olmasını istemiyorsanız, filancalara akşam çay içmeye gideceksiniz ya da arkadaşınızın düğününe yanınızda eşinizle beraber gitmek istiyorsanız, eşinizin mesai çıkışı arkadaşları ile buluşması durumunda arıza çıkartmayacaksınız.

romantizmBenzer bir denge de romantizm-erotizm algısında söz konusu. Kadın için romantizm ne kadar önemliyse erkek için de erotizm o kadar önemlidir. Kadın elde etmek istediği romantizmin diyetini devamındaki erotizm ile öderse erkek romantizm konusunda üzerine düşen sorumlulukları yerine getirme de daha sürdürülebilir bir tavır takınacaktır. Aynı şekilde erkek de arzu ettiği erotizmin diyetinin (çok hoşuna gitmese de) erotizm öncesine planladığı romantik anların sayısının artmasına bağlı olduğunu öğrenecek ve bu durumdan rahatsızlık duymayacaktır.

erotizmBülent Ortaçgil’in çok sevdiğim “Sensiz Olmaz” şarkısında alıntı yapacak olursak;

“Aşk bir dengesizlik işi, dengeye dönüşendir sevgi…”

Seçilmiş Aileler

Hayatımızın hiçbir kısmında iki kişilik bir dünya kurma şansımız olmadı. Yanlış anlaşılmasın. bundan hiçbir zaman da şikayetçi olmadık. Tanıştığımız anda koskoca bir öğrenci topluluğunun üyeleriydik. Sonrasında öğrenci evleri ve altı kişilik tamamen seçilmiş üyelerden oluşan aileler.öğrenci evi  İnanın bazen bir aileden çok daha fazlası paylaşılır o öğrenci evlerinde. Dersten kaldığınızda, terk edildiğinizde, parasız kaldığınızda, çoğu yaşadığınız ilklerde hep o seçilmiş kardeşleriniz vardır yanınızda. Sonra şanslıysanız onlardan bazıları ile yollarınız tekrar kesişir. Ben o konu da çok şanslıyım. Emre ve Alper Tunga ile yollarımız çok kesişmese de bir telefon mesafesinde olduklarını bilmek çok güzel ve seçilmiş kardeşlerin rahatlığıyla hayatta adım atabilmenin güvenini bana hep yaşattılar. Burak Su hayatımın her anında arkadaş maskesinin altında saklı bir abilik ve yaşam koçluğu görevini hep sürdürdü. Kendi misyonundan oldukça fazla nasibini alanlardan biriyimdir. Benim gibi daha nicelerinin hayatına dokunmaya devam ettirdi. öğrenci sofrasıSerkan ise aramızda yaş farkı olmamasına rağmen kendini hep kardeşim olarak hissettirdi. Bir erkek kardeşim olmadı ama olsaydı ancak bu kadar hayatına dokunmama müsade ederdi ve kardeş olarak benim hayatımda varolabilirdi. Üniversitedeki ev arkadaşlarınızın kıymetini bilin, onlar sizin ilk seçilmiş aileleriniz.

hakkari
Hakkari

Okulun bitmesiyle Pınar Van’da çalışmaya başladı ben Ankara’daydım. Eş tayini için düğünden altı ay önce nikah yaptık. Evlilik yıldönümünü kutluyorduk hala ayrıydık. Sonrasında (Pınar’ın tam da Van’dan artık sıkıldığı zamanlarda) ben kura çektim ve Hakkari. Pınar’ın o çok sıkıldığı coğrafyaya kısa tatillerde stres atmak için gidiyorduk. Beraber çalıştığım bir bayan devre arkadaşım vardı Gülşah. Benim gibi tıpta uzmanlık sınavına hazırlanıyordu. Misafirhanelerin zorluğunu ve soğukluğunu Pınar da ben de oldukça iyi biliyorduk. Arkadaşıma bizimle kalmasını önerdik, bir odamızı ona tahsis ettik. Ve yine alışık olduğumuz seçilmişlerden oluşan aile ortamını kurduk. Oldukça eğlenceli ve unutamadığımız iki yıl geçirdik gönlümüzün sağ alt köşesi Hakkari’de.  Görevim icabı sık sık operasyonel birliklerle ailemden uzak kalsam da onlar iki genç bayan kurdukları öğrenci evinin huzuru içinde bırakıyordum. Hatta öyle ki Pınar’ın hamileliği boyunca benden çok faydası dokunmuştur Gülşah’ın. Yaz zamanı operasyonel birliklere izin verilmediğinden dolayı yaz tatillerini bile ikisi beraber planlıyorlardı. O artık bizim ailemizin küçük kızıydı. Hakkari’deki görevimizin bitmesinden bir gün sonra ailemizin yeni atanmış üyesi Sarper aramıza katıldı. Seçilmiş üyelerimizden Gülşah aramızdan ayrıldı.

Yeni bir bebeğin aileye gelmesiyle ilgili yüzlerce yazı yazılmıştır. Bu aile hayatınız için bir devrimdir ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bizim henüz iki kişilik bir dünya inşa etme şansımız olmadığı için (ki tatillerimiz de dahil) hayatımızda çok önemli bir değişiklik olmadı. Gül annem (Pınar’ın annesi) ve Elif (Pınar’ın kardeşi) İstanbul’da geçirdiğimiz iki yıl boyunca bizimle beraberdi. Bizim evde kalan hiç kimse misafir ismiyle anılmaz. Biz her zaman ailenin yeni üyesi olarak hissederiz. Umarım öyle de hissettirebiliyoruzdur. Geniş bir aile konseptinde geçen iki yıllık İstanbul maceramızda benim tıpta uzmanlık sınavına hazırlık ile ilgili insan üstü yoğunlaşmam (ki benim için büyük, insanlık için küçük bir puan aldım, çok iyi bir puan olmadığının farkındayım ama sonuçta üç yıllık Ankara maceramı yaşama fırsatım olan aile hekimliği uzmanlığına yerleştim.) nedeniyle, aile içi haricinde bir hayat tahsis etmek de oldukça zorlandık.

Sınav sonuçlarının açıklanması ile yeni bir hayat ve yeni bir aile inşası için Ankara’ya taşındık. Burda geçirdiğimiz ilk yılımızda Gül annem ailemize dahildi. Elif’i iş ortamından dolayı İstanbul’da bırakmak zorunda kaldık. Ama Ankara’daki ailemiz bu kadardan ibaret değildi artık. Yan komşumuz olan Atalay ailesi ile bütünleşip geniş bir aile oluşturduk. Yeni ebeveyn figürlerimiz Mehmet Ali amca ve Emine teyze bizi hiçbir zaman bir komşu olarak görmedi. Direk ailelerine dahil etti. Çocukları İrfan abi Burcu, ve İbo yaşlarına göre kardeş sıralamamızda yerlerini aldı. Akşam yemekleri birleşti. Uzun yolculuklar sonrasında hedefe ulaştığınızı bildireceğiniz ebeveyn sayısı arttı. Sarper de kendi yaşına uygun üç kardeş sahibi oldu.  Atalay ailesinin en küçük üyeleri olan Kıraç, Ada ve Buğçe Sarper için unutamayacağı mahalle arkadaşlarından çok daha fazla beraber büyüdükleri kardeşler oldular.komşular

Karşı komşumuz olan Tiryaki ailesi… İki kişilik bir dünya inşa etmek ne demek ben onlardan öğreniyorum. Abilerimiz ve Ablalarımız oldular. Aradaki yaş farkının önemini yitirdiği ve kitaplarda hep okuduğum “aile dostumuz” lafının ne demek olduğunu anladığım Köksal ve Çiğdem çifti gösterdikleri yol, örnek hayat tarzları ve çiftler arası dengenin rol modelliğinde yıllar sonra nasıl bir çift olmamız gerektiğini bize her hareketlerinde ve aldıkları önemli kararlardaki duruşlarında öğrettiler. Mesleklerine yakışır bir şekilde hayatımızın her aşamasında ve insan olarak kültürel inşamız için oldukça fazla birikim oluşturmamızı sağladılar. Benim hayatımda eksik olan bir boşluk olan abi ve abla kavramlarını tüm detayları ile yaşattılar.

Ankara’daki ikinci yılımızda Olgun (Pınar’ın Kuzeni) eğitim durumundan dolayı ailemize katıldı. Bir yılın üzerinde bir birlikteliğimiz oldu. Ben iki kız kardeş sahibiyim, Pınar da öyle. Sarper feminen figürlerin ağır bastığı bir bebeklik geçirdi. Benim de sınav temposundan dolayı sorumluluklarımı aksatmam ile birlikte bu uçurumun derinleştiğini farkediyordum. Olgun’un en güzel yanı ailemize ve Sarper’e benden sonra ikinci bir erkek rol model oluşturdu. Bu ailemiz ve Sarper için oldukça önemliydi. Benim içinde erkek kardeş eksikliğimi kapatıp hayatına dokunma ve nasihat etme egomu tatmin etmeme olanak sağladı.IMG_20141214_213657 Sarper benim bütün arkadaşlarıma ismiyle hitap ederken ilk kez isminin sonuna abi sıfatı ekleme şerefini Olgun’a verdi.  Yüksek lisansının bitmesiyle ailemizden ayrılsa da mutlaka yine kesişecek yollarımız.

Seçilmiş kardeş çekirdek ailelerimiz var bi de. Yakın arkadaşların oluşturduğu çekirdek ailelerin birbiri ile ilgili etkileşimleri ve birbirilerine öğrettikleri hakkında daha farklı bir yazı var kafamda. O yüzden kardeş gibi yaşadığımız arkadaşlarımıza ve onların ailelerin hayatımıza kattıklarına yer vermedim bu yazıda.

Şu sıralar yeni bir tayin hazırlığındayız. Buradaki ailelerimizden uzaklaşacağız ve yeni aileler inşa etmeye gideceğiz. Söylemek istediğim dinamik ilişkilerden kuruludur aile. Birbirine anlamlandırılamaz ilişkilerle bağlıdır. Çoğu zaman akrabalık ilişkileri ile bağlansa da bazen bu ilişkilerin çok ötesine geçer. Kuzen ilişkisi kardeş ilişkisine evrilir, komşu ilişkisi abi, abla, yer yer anne ve baba sorumluluğu ile yer değiştirir. Yeni üyeleri tüm sorumlulukları ile olumlu ve olumsuz tüm getirileri ile dahil edersiniz ailenize. Onlar çünkü ailenin seçilmiş üyeleridir. Coğrafi yakınlık size yepyeni aileler kurmanıza fırsat verir. Hele ki her üç dört yılda bir yer değiştirme mecburiyeti sağlıyorsa mesleğiniz, bu fırsatları iyi değerlendirin. Yakınlaşmaktan korkmayın, ev anahatarlarınızın yedeklerini teslim ettiğiniz, çocuklarınızı emanet ettiğinizde sizden daha iyi bakacaklarına emin olduğunuz, çat kapı önlerinde bitebildiğiniz, rol yapmadan evinizdeki en doğal hallerinizle yanlarında var olabildiğiniz  yeni aileler inşa edin ve seçilmiş ailelerin gölgesinde yep yeni anılar ve insanlar biriktirin.