17 ağustos gecesi yazmayı planladığım bu yazıyı bugüne kadar ertelemiştim. Duygusallıktan uzak kalmaya çalışarak devam etme niyetindeyim. Ve olayların siyasi ve coğrafi etkilerinden ziyade benim alanımla ilgili temas noktalarından birine değinmek istiyorum. Bugün tekrar yazma gerekliliği duydum çünkü yine ölüm herkese bir o kadar daha yaklaştı. Bir kez daha öldük.
Yas ilan edilmesine alışık bir coğrafyada yaşıyoruz. Doğal afetlerde binli sayılara alıştık, iş kazalarında (?) yüzlü sayılara… Terör olayları onlu sayıları aşınca haber değeri taşır oldu, trafik denen illete zaten günlük olan can borcumuzu bayramlarda artmak koşulu ile düzenli olarak ödüyoruz. Gerilimin her geçen gün arttığı ülkemde üçüncü sayfa haberlerindeki münferit ölümlere zaten alışığız. Esnafın camına kartopu geldi diye ölebiliyoruz örneğin… Ölümün kol gezdiği coğrafyalarda yaşıyoruz canım kardeşim. Ve ölüme çok alışık coğrafyalardan farklı olarak çabucak rehabilite olup kaldığımız yerden devam ediyoruz yaşamaya.
Bir 17 Ağustos’u geride bıraktık. Öyle bir gece düşünün ki sabah artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ergen halimle yaşadığım o tarifsiz gece sonrası sık sık şunu düşündüm. “Bir sabah annesiz ve babasız kalmış olarak uyanırsam ne yaparım?” Bu durumda kalan arkadaşlarım oldu. Bir tanesi çok çok yakın arkadaşım, evdaşım, sırdaşım, karındaşım oldu. Sonra yaşım ilerlemeye devam etti ama “ya ertesi gün her şey eskisi gibi olmazsa?” sorusunun sadece içeriği değişti. “Ya çocuğum tek başına kalırsa… O ne yapar?”
Çoğu aile kendilerinin vakitsiz gitmesi durumunda çocuklarının maddi konforunun devamını sağlayacak bir düzen kurmaya çalışır. Birikimler, hayat sigortaları, bireysel emeklilikler, gayrimenkul vs. Peki çocuğunuz sizsizliğe ne kadar hazır? Siz olmadan cepleri dolu olsa da kendi ayakları üzerinde bir hayat kurmaya ne kadar hazırlıklı?
Zorunlu askerlik hizmetini yapmak için gelen 20 yaşında gençlerden ailesinden ilk kez uzak kalanları gördüm. Bu ayrılığın depresyonundan çıkamadığı için profesyonel yardıma ihtiyaç duyan ergen irilerinin sayısı emin olun tahmin ettiğinizden çok daha fazla. Komutanlarını arayan anne babalar var. “Siz onu bilmezsiniz bir derdi olduğunda o söyleyemez” diye ilkokul öğretmenine bilgi verir gibi yirmili yaşlardaki çocuğunun dertlerine ortak olmaya çalışan iyi niyetli ancak farkında olmadan o gence zarar veren bir çok ebeveyn görüşmesine şahitlik ettim.
İsviçre’de yaşayan bir yakınımla konuşurken on sekiz yaşını geçen çocukların aile bütçesine katkıda bulunmalarının çok kabul görmüş bir alışkanlık olduğundan bahsetti. Hatta daha ekonomik olduğu için dörtlü beşli gruplar halinde ev tutuyorlarmış. Hatta öyle ki Türk ailelerinin para almadan evlerinde çocuklarının yaşamasına izin vermelerine hayret ediyorlarmış. Ne kadar uzak geldi değil mi? Biz ki aynı şehirde üniversite okuması için çocuklarının tercihlerine el koyan bir neslin evlatlarıyız. Her geçen gün artan eğitim merakımız sayesinde hayata atılma yaşımız oldukça ileri değerlere taşındı. Otuzlu yaşlarda gençlerimiz aile bütçe desteğinden kopmadan yüksek lisans, doktora yollarında ergen irisi hayat tarzına devam ediyor. Aileler ise eğitim gibi kutsal bir kelimenin kendilerinde yarattığı huzur ya da teselli ile emekliliklerini erteleyip, birikmişlerini harcayıp, umutlarının bir baltaya sap olamama ihtimalini çaresizce izliyorlar. Sonrasında bu bağımlı hayatı kendilerine yaşam tarzı edinmiş gençler, ebeveynlerini hangi yaşta kaybederlerse kaybetsinler uzamış yas dediğimiz bir durumun ortasında kendilerini buluyorlar. Ebeveynlerinin arkasından yıllara yayılan bir depresyon ile mücadele etmek durumunda kalıyorlar.
Beni tanıyanların bildiği üzere beş yaşında bir oğlum var. Yaz tatillerinde kimi zorunluluktan kimi daha kaliteli zaman geçirmesini sağlamak adına bizden bir süre uzak kalır. Bu yaz biraz fazla olduğunun farkındayız. Ben ailemden 60 gün kesintisiz uzak kaldığımda lise seviyesinde askeri kamptaydım.
Pedagoglar 7-10 günü geçmemek kaydı ile bu tarz uzaklaşmaların yararlı olabileceğini söylüyor. Oğlum şu ana kadar kendi evi haricinde biz olmadan dört ayrı evde uyandı ve bir haftanın üzerinde zaman geçirdi. Ölümün ülkece gündemimiz olduğu bu günlerde oğlumun geleceğini düşünmek zorunda hissettim. Eğer bizsiz bir sabaha uyanmak mecburiyetine düşerse beş yaşında bile olsa kendine ait bir fikri var. Bizden sonrası için atayacağı ebeveyn ile ilgili seçim yapabilme imkan ve kabiliyetinde. Böyle bir düşünceye adapte olabilsin diye göndermiyorum tabi ki tatile. Ancak ölümü düşünmenin çok da anormal karşılanmadığı bu günlerde bu kadar da hüsn-i talil lüksümüz olsun her ne kadar bağladığımız neden o kadar da güzel olmasa bile…
Ölüme yakın coğrafyalarda yaşıyoruz canım kardeşim. Çocuğu korumak ile kollamak arasındaki ince çizgiyi her adımında tekrar düşün. Özgüveni yüksek çocuklar yetiştirmek için çabalamak mecburiyetindeyiz.
En iyi ebeveyn çocuğuna ihtiyacı olduğunda çıkıp gelebileceğine dair güveni veren ancak kendine gelene kadar bütün çözüm yollarını deneme cesaretini aşılama becerisine sahip ebeveynlerdir. Bu sadece benim fikrim. Tabi ki çocuklarınızın her şeyisiniz ve ne zaman ihtiyaçları olsa elinizden gelenin en iyisini verirsiniz. Ancak “sizsiz” bir gelecek hep ihtimal dahilindedir, bilin istedim.